Sevgili Kaptan,
İyi niyetli olmanın yeterli olmadığı bir kıyıdan yazıyorum sana. Eğer kendinden başka birilerinin sorumluluğunu almadan devam etmek istiyorsan vatandaşlıktan çıkartılıyorsun. Erdem ve alışkanlıklarını sürekli çatıştırmak zorundasın ve gelişmem için günah işlemem gerekiyor. Bir süre burada konaklayacağım. Nerde olduğumu merak ettiğini biliyorum, pusulamı aldılar o yüzden koordinat veremiyorum ama buraya "Mahabharata" diyorlar.
Mahabharata; insanlığın büyük öyküsü anlamına geliyormuş aynı zamanda kendi öykümüz anlamında da kullanıyorlar.
Günah işlemeyi öğreniyorum kaptan. Böylece önce tanrıma, sonrada kendi sınırlarıma meydan okuyorum. Savaşmanın erdemini arıyorum. Henüz bulamadım. Kalbim işlediğim günahların ızdırabıyla acıyorken, kafesinden çıkan ruhum özgürlük sarhoşluğunda. Günahlarım, beni sana ve bana daha çok yaklaştırıyor. Burada sen ve ben yok... Herkes aynı şeyin parçası olduğuna inanıyor. Ve diyorlar ki; "birşey eğer mahabharata da varsa, her yerde vardır; ama burada yoksa hiçbir yerde yoktur".
İnsanları mitolojik kahramanlardan ibaret. Hikayelerinde konuşan hayvanlar var. Hatta bir tanesi şöyle;
Şahin ile Güvercin
"Ve bu hikayelerin her biri, kararsız kalan, doğru olanı ayırt etmede zorlanan kahramanlara bir şeyler söyler. Çünkü ayırt etmek zordur. Bir labirentin içinden çıkmak isteyen birine , eğer kişi geldiği yolu işaretlememişse, ancak o labirente tepeden bakabilen biri yardım edebilir. Zihinsel bir labirent için de bu böyledir. Özgürlüğe giden yol karmaşık ve kafa karıştırıcı gelecektir. "
Öylesine renkli ve bilge kişilikler var ki burada her biri bir kitap konusu aslında. Ama ben sana ençok etkilendiğimi anlatmak istiyorum. Adı Krişna... Burada ona "vişnu" nun 8. avatarı diyorlar. O bir prens ... flüt çalıyor... Ve müziği ile etkileyemiyeceği kadın yok. Bu yeteneğinden dolayı bir nevi aşk tanrısı rolü oynuyor. Ama öylesine bilgece yapıyor ki bunu ona teslim olmak için sabırsız insanlar görüyorum çevresinde.
Bende onunla tanışmak için çok sabırsız davrandım. Ondan aşkını değil korumasını isteyecektim. Onların topraklarında yapayalnız ve savunmasızdım. Büyük bir heyecanla karşısına çıkartılmak üzere hazırlanmaya başladım. Sarayın bir bölümünde bu işi yapan özel hizmetliler vardı. Önce ruhumu yıkadılar. Öyle pis bir su aktı ki tasvir etmem mümkün değil. Bir hafta kadar yaseminlerin içinde derin bir uykuya mayaladılar tenimi. Uyandığımda bir çiçek gibi kokuyordu bedenim. Sonra elime kalem verdiler, kendi kendine yazan bir kalem. Hiç durmadan sayfalarca kalemden dökülen kelimeleri okumamı söylediler. Son olarakta ipek böceklerinin hazırladığı pembe bir elbise ile beni karşısına çıkmak üzere tanrılar katının bahçesine bıraktılar. Önce müziğini duydum, sonra ayak izlerini. Damalı haç şeklindeydi ayak izler. Hitlerin kirlettiği işaret. Sonra da sesini duydum. Haklıydılar... Önce müziğine sonra sesine kalbim atmaya başladı. Hayır dedim kendime. Kontrolü elden bırakma, aşkını değil korumasını isteyeceksin. Tam da bunu kendi içimde tekrarlarken, belimde elini hissettim. Arkamda ona dönmemi bekleyen bir prens vardı... Krişna...
Ve ben ona yüzümü dönmeden uyandım...
Hindistanda, beni koruması için dua ettiğim krişna ile birçok yerde yollarımız kesişti.
Şimdi ise her gece ona bakıp uykuya dalıyorum ya da sabah uyandığımda ilk onu görüyorum kaptan. Yatak odamın bütün duvarlarını fotoğrafları ve kolaj içinde ki halleriyle süslüyor.
Evet kaptan, geceleri gemi, yıldızlar ve sohbetin olmayınca, rüyalarımda destanlara karışıyorum...
Dün boğazın kıyısından, bir damla göz yaşı gönderdim size. İçine de huzur koydum. Gemiye ulaştığında haber verin lütfen, merakta kalmayayım.
Rüzgarınız arkanızda, yolunuz rotasında olsun.
Saygılarımla,
Seyr-i Alemciniz.
Deep bilgi;
On bir yıllık bir çalışmadan sonra, 1985 yılında Peter Brook ve Jean-Claude Carriêre, Avignon şenliğinde, İ.Ö. IV. ya da V. yüzyıla kadar uzanan söylenceleri, serüvenleri ve Hint kültürünün dayandığı inançları bir araya toplayan Mahabharata’nın, bu destansı engin şiirin, sahneye uyarlanan bir yorumunu sergiliyorlardı. Bu oyunun (dokuz saate yakın sürüyordu) olağanüstü başarısından sonra, aynı yazarlar tarafından tümüyle yeniden hazırlanan senaryo üzerine bir film çekildi, daha sonra da birer saat altı bölümlük televizyon dizisi yapıldı. İşte şimdi de Mahabharata romanı karşımızda. Jean-Claude Carriére, ‘değişik düzeylerden hiçbir şey yitirmeden’, sahne ve sinema uyarlamalarında yer verilmeyen kimi bölümler ve yorumlar da katarak ‘öykünün tümünü kolayca okuma olanağı sağlamayı’ amaçlamıştır. Fakat bu kitap mahabharata nın suyunun suyu şeklindedir. Tamamen çevrilmesi ve orjinalini okuyabileceğimiz bir gün gelecektir diye umut ediyorum... zira hintçe kolay öğrenilecek bir dile benzemiyor.
Speacial thanks.... Hayalimdeki kolajı duvara aktaran ressam Tuğçe Karabacak'a teşekkürler. Yukarıda ki fotoğraflar yatak odamın duvarından alınan detaylardır. kendiside aşağıdaki fotoğrafta iş başında...
İyi niyetli olmanın yeterli olmadığı bir kıyıdan yazıyorum sana. Eğer kendinden başka birilerinin sorumluluğunu almadan devam etmek istiyorsan vatandaşlıktan çıkartılıyorsun. Erdem ve alışkanlıklarını sürekli çatıştırmak zorundasın ve gelişmem için günah işlemem gerekiyor. Bir süre burada konaklayacağım. Nerde olduğumu merak ettiğini biliyorum, pusulamı aldılar o yüzden koordinat veremiyorum ama buraya "Mahabharata" diyorlar.
Günah işlemeyi öğreniyorum kaptan. Böylece önce tanrıma, sonrada kendi sınırlarıma meydan okuyorum. Savaşmanın erdemini arıyorum. Henüz bulamadım. Kalbim işlediğim günahların ızdırabıyla acıyorken, kafesinden çıkan ruhum özgürlük sarhoşluğunda. Günahlarım, beni sana ve bana daha çok yaklaştırıyor. Burada sen ve ben yok... Herkes aynı şeyin parçası olduğuna inanıyor. Ve diyorlar ki; "birşey eğer mahabharata da varsa, her yerde vardır; ama burada yoksa hiçbir yerde yoktur".
İnsanları mitolojik kahramanlardan ibaret. Hikayelerinde konuşan hayvanlar var. Hatta bir tanesi şöyle;
Şahin ile Güvercin
Adaletiyle ünlü bir kral vardı. Yeryüzünün en adaletli kralı olduğu bile söyleniyordu. Bir gün bir güvercin gelip kralın kalçasına kondu, kraldan kendisini korumasını istedi. "Söz veriyorum sana" dedi kral güvercine.
Aynı anda cılız bir şahin gelip yakındaki bir dala kondu ve krala:
"O güvercin benim. Bana ver onu," dedi.
"Hayır olmaz," dedi kral. "Düşmanından korkan bir hayvan teslim edilmez."
Şahin kralın dikkatini çekerek şöyle dedi:
"Yeryüzünün bütün adaletleri adalet adının yalnızca sana yaraştığını söylüyorlar. Öyleyse neden adalete karşı çıkıyorsun? Açlık yüzünden çektiğim sıkıntıları bu güvercin hafifletmeli. Bana ver onu."
Kral, bakışlarını korku içindeki güvercine çevirdi ve şahine:
"Titreyen haline bak şunun," dedi. "Varlığını bana emanet etti. Onu veremem."
"Bütün her şey besinle sürdürülüyor" diye açıklamada bulundu şahin. "Besin olmadan yaşam olmuyor. Dünya kurulduğundan bu yana, doğanın düzenli kalıtım yasasıyla bu güvercin bugün benim yiyeceğim olarak belirlendi. Onu bana ver."
"Verdiğim söz yazgıdan güçlüdür," dedi kral.
"Dharma'dan da mı güçlü?"
"Elbette," diye yanıtladı kral.
O zaman şahin zayıflıktan ölüyormuş gibi göründü
"Yiyeceğim olmadığı için canım çıkacak," dedi. "Benimle birlikte eşim ve oğlum da ölecekler: Bir tek cana karşı bir çok can. Sana şunu söylüyorum: Erdemi yok eden erdem sahte bir erdemdir, zalim bir erdem. Gerçek erdem zorunlu olarak çelişkileri aşar. Lehte ve aleyhte olan öğeleri tartar ve adil olandan yana karar verir. Karar veremeyen erdem erdem değildir."
Şahinin söylediklerini dikkatle dinleyen kral yanıt verdi:
"Söylediklerin çok anlamlı. Ama yardıma gereksinimi olan bir canlı varlığı nasıl bırakrım, böyle bir eylem sana göre nasıl iyi olabilir? Başka bir şey yiyebilirsin, bir öküz, bir domuz, bir ceylan."
"Şahinler domuzları yemezler. Şahinler güvercinleri yerler.Bu sonsuza kadar sürecek bir yasadır, şahinlerin Dharma'sıdır bu."
Sana ne istersen vereyim!" diye haykırdı kral. "Bütün bir öküz getirteyim! Bütün hayvanlarımı, bütün krallığımı vereyim! Ama bu güvercini isteme benden."
Biraz düşündükte sonra şahin şöyle dedi:
"Yalnızca bir şeyi kabul ederim. Bu güvercini bu kadar çok seviyorsan sağ kalçandan güvercinin ağırlığı kadar bir parça kes ve onu bana ver."
"Bir terazi getirilsin!" diye emretti kral.
Bir terazi getirildi. Kefelerinden birine korkudan titreyen güvercin konuldu. Kral ince uzun bir bıçağı tutup kalçasından bir parça et kesti ve öteki kefeye koydu. Ama güvercinin ağırlığı kesilen parçanın ağırlığından fazlaydı. Kral bir parça daha kesti, kefeye koyu. O da yetmedi. Bir parça, bir parça daha kesti. Ama güvercin kralın kalçasından kestiği parçalardan hala daha ağırdı.
Kral öteki kalçasını da kesti. Kollarından, göğsünden parçalar kesti, bütün etini kesti. Sonunda kala kala ortada yalnızca kanlı bir iskelet kalmıştı, kefeye kendi çıktı. Terazide hiç hareket olmadı.
Güvercinin ağırlığı kralın ağırlığından daha fazlaydı.
O zaman şahin:
"Ben ve güercin, biz buraya dünyanın en adaletli adamı denilen seni tanımak için geldik," dedi.
Ve iki kuş birlikte uçup gittiler.
Yabancıya bu hikayeden hangi anlamı çıkarmamı beklediğini sordum. Bana dedi ki; "Ve bu hikayelerin her biri, kararsız kalan, doğru olanı ayırt etmede zorlanan kahramanlara bir şeyler söyler. Çünkü ayırt etmek zordur. Bir labirentin içinden çıkmak isteyen birine , eğer kişi geldiği yolu işaretlememişse, ancak o labirente tepeden bakabilen biri yardım edebilir. Zihinsel bir labirent için de bu böyledir. Özgürlüğe giden yol karmaşık ve kafa karıştırıcı gelecektir. "
Öylesine renkli ve bilge kişilikler var ki burada her biri bir kitap konusu aslında. Ama ben sana ençok etkilendiğimi anlatmak istiyorum. Adı Krişna... Burada ona "vişnu" nun 8. avatarı diyorlar. O bir prens ... flüt çalıyor... Ve müziği ile etkileyemiyeceği kadın yok. Bu yeteneğinden dolayı bir nevi aşk tanrısı rolü oynuyor. Ama öylesine bilgece yapıyor ki bunu ona teslim olmak için sabırsız insanlar görüyorum çevresinde.
Bende onunla tanışmak için çok sabırsız davrandım. Ondan aşkını değil korumasını isteyecektim. Onların topraklarında yapayalnız ve savunmasızdım. Büyük bir heyecanla karşısına çıkartılmak üzere hazırlanmaya başladım. Sarayın bir bölümünde bu işi yapan özel hizmetliler vardı. Önce ruhumu yıkadılar. Öyle pis bir su aktı ki tasvir etmem mümkün değil. Bir hafta kadar yaseminlerin içinde derin bir uykuya mayaladılar tenimi. Uyandığımda bir çiçek gibi kokuyordu bedenim. Sonra elime kalem verdiler, kendi kendine yazan bir kalem. Hiç durmadan sayfalarca kalemden dökülen kelimeleri okumamı söylediler. Son olarakta ipek böceklerinin hazırladığı pembe bir elbise ile beni karşısına çıkmak üzere tanrılar katının bahçesine bıraktılar. Önce müziğini duydum, sonra ayak izlerini. Damalı haç şeklindeydi ayak izler. Hitlerin kirlettiği işaret. Sonra da sesini duydum. Haklıydılar... Önce müziğine sonra sesine kalbim atmaya başladı. Hayır dedim kendime. Kontrolü elden bırakma, aşkını değil korumasını isteyeceksin. Tam da bunu kendi içimde tekrarlarken, belimde elini hissettim. Arkamda ona dönmemi bekleyen bir prens vardı... Krişna...
Ve ben ona yüzümü dönmeden uyandım...
Hindistanda, beni koruması için dua ettiğim krişna ile birçok yerde yollarımız kesişti.
Şimdi ise her gece ona bakıp uykuya dalıyorum ya da sabah uyandığımda ilk onu görüyorum kaptan. Yatak odamın bütün duvarlarını fotoğrafları ve kolaj içinde ki halleriyle süslüyor.
Evet kaptan, geceleri gemi, yıldızlar ve sohbetin olmayınca, rüyalarımda destanlara karışıyorum...
Dün boğazın kıyısından, bir damla göz yaşı gönderdim size. İçine de huzur koydum. Gemiye ulaştığında haber verin lütfen, merakta kalmayayım.
Rüzgarınız arkanızda, yolunuz rotasında olsun.
Saygılarımla,
Seyr-i Alemciniz.
Deep bilgi;
On bir yıllık bir çalışmadan sonra, 1985 yılında Peter Brook ve Jean-Claude Carriêre, Avignon şenliğinde, İ.Ö. IV. ya da V. yüzyıla kadar uzanan söylenceleri, serüvenleri ve Hint kültürünün dayandığı inançları bir araya toplayan Mahabharata’nın, bu destansı engin şiirin, sahneye uyarlanan bir yorumunu sergiliyorlardı. Bu oyunun (dokuz saate yakın sürüyordu) olağanüstü başarısından sonra, aynı yazarlar tarafından tümüyle yeniden hazırlanan senaryo üzerine bir film çekildi, daha sonra da birer saat altı bölümlük televizyon dizisi yapıldı. İşte şimdi de Mahabharata romanı karşımızda. Jean-Claude Carriére, ‘değişik düzeylerden hiçbir şey yitirmeden’, sahne ve sinema uyarlamalarında yer verilmeyen kimi bölümler ve yorumlar da katarak ‘öykünün tümünü kolayca okuma olanağı sağlamayı’ amaçlamıştır. Fakat bu kitap mahabharata nın suyunun suyu şeklindedir. Tamamen çevrilmesi ve orjinalini okuyabileceğimiz bir gün gelecektir diye umut ediyorum... zira hintçe kolay öğrenilecek bir dile benzemiyor.
Speacial thanks.... Hayalimdeki kolajı duvara aktaran ressam Tuğçe Karabacak'a teşekkürler. Yukarıda ki fotoğraflar yatak odamın duvarından alınan detaylardır. kendiside aşağıdaki fotoğrafta iş başında...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder