Sevgili Kaptan,
Seyir defterine bilirim ki Londra’yı yazmamı beklersin… Gezginler için kendi gözümden küçük notlarım
olacak ama hikaye bu sefer gezide değil…
Sana “Onur” u anlatmak istiyorum…
Henüz 23 yaşında, üç yıl önce gelmiş Londra’ya. “İlk
geldiğimde – yes- demekten başka tek kelime konuşamıyordum” diyen Onur’un,
İngiltere’de bir hayat kurması ve çalışma izni alması ise ayrı bir olay. Bu tip hikayelere aslında çoğumuz alışığız
ama Onur’u benim gözümde ilginç yapan sorularıma verdiği düz cevaplar. Basit
bir mantık ve kendi dünyasındaki yalın gerçeklik. Kafamı karıştırmaya ve hep
alengirli düşünmeye alıştığım için onurun hayat karşısında ki yalın duruşu beni
hemen içine aldı hikayesinin.
Onur, geceleri
bisiklet sürerek daha çokta turistlere hizmet ederek taşımacılık
yapıyor. Bir gece sabaha karşı saatlerde yolda yürürken konuştuğumuzu duyup “abla
bende türküm” diyen sese “merhaba” dememle başladı muhabbetimiz. Aslında Londra’da bir Türk’e rastlamak değil,
rastlamamak acayip bir durum. Ama Onur’un
belli ki konuşası gelmiş o gece.
Hikayesini büyük bir
hevesle bir çırpıda anlattı. Anlatırken sesi tek nota ve gözleri donuk bir
şekilde boşluğa bakıyordu. Sıra hayallerine geldiğinde bir anda neşelendi. Önce
gözleri parladı sonrada gülmeye başladı. İnsan hayalleri için yaşıyor kaptan ya da gerçekleşmeyen
hayallerine inat…
Onur için, Londra’nın en güzel tarafı günde iki kez
Starbucks’a gidecek parasının olması ve Mc Donalds’ın fakirlerin mekanı olduğu
bir ülkede yaşamanın rahatlığı… Birde kız arkadaşı… Psikoloji bölümünde okuyan,
iyi bir ailenin kızı olan sevgilisinden bahsederken ben ona çok yetersizim ama
yine de beni seviyor… demesi hayret vericiydi…
Onur’un hayali, Londra’da bir restoran açmak… Ama öyle bizim
Türk kebapçıları gibi değil… Onur’un deyimiyle “ciggsiiii olacak abla” “öyle
herkes giremeyecek içeri”….
İçimdeki annemin ruhu dile geldi sohbetimizin bir anında “yavrum
okula falan gitsene sen bak dilini de biraz daha geliştir böyle olmaz”
dediğimde güldü bana. “Abla, burada
benimle bisiklet işi yapanların çoğu Polonya, Fransız, Yunanistan da üniversite
okumuş…. Türkiye’den gelen biyoloji öğretmeni bile var, ben 4 bin lira
kazanıyorum sadece günde 4 saat çalışarak, okusam Türkiye’de ne yapıcam ayda 2
bin liraya çalışmam ki ben…”
Israrla devam ediyorum (annem de ısrarcıydı, çıkmıyor içimde
ki ruhu), ama bak kariyerin olur, dünyayı algılaman değişir, para her şey değil…
Hazır gündüzlerin boş burada ücretsiz okullar var, eğitimin zararı olmaz….falan
filan gece sabaha karşı 4 sularında böyle laflar….
Onur dedi ki “abla ya ben Türkiye’ye geldiğimde jeep’e
binmek ve lüks mekanlarda gezmek istiyorum, o senin dediğin okullar bana bunu
vermez…”
Onur, o jeep’e binecek… bebekte dolaşacak… Luca’da bir kadeh
bir şey içecek…
Onur, renkleri tam olarak göremeyecek, onur notaların
yetmediği melodileri dinlemeyecek, onur bir romanı okurken hiç çıkmadığı bir
yolculuğa çıkmayacak, onur derin bir nefes alıp görünen dünyanın ötesine
bakmayacak….
Ama Onur jeep’e binecek, başarmanın tadını yaşayacak, onu kaybetmemek
için çalışacak, çalışacak ve çalışacak… Sonra gün gelip anladığında,
çocuklarının okuması için daha çok çalışacak… Onlara para yağdıracak… Onur’un
çocukları ise babasının jeepiyle …….. bu hikaye aslında hepimizin hikayesi, neden
kutsal kitapta yer vermemişler aceeeebaaa….
Birde benim sokak sanatçısı ve evsiz olan bobie var… Müthiş
bir yetenek . Renkli tebeşirlerle yerlere resim yapıyor. 20 yıldır evsiz… 50 li
yaşlarda… “Gözümü açtığımda genelde nerede uyandığım bilmem ve hemen etrafıma
bakarım gece nerede sızmışım diye, bu beni yaşama bağlayan en büyük tutku”
derken… Hayattan vazgeçmişliği mi yoksa hergün yeni hayata başlangıcı mı güzel
bilemedim… Ama Onur’dan daha mutlu ve gülümserken içinde ki kahkahası yaşama
yaşam katan cinsinden bobie’nin…
Birlikte yerlere resim yaptık, para dilendik, şarap içtik ve
güldük… Hayalleri yoktu sadece o anı vardı…
Bobie ve Onur, bana Londra’nın iki güzel armağanı oldu…
Gemiye selamlarım olsun kaptan,
Saygılarımla,
Seyr-i Alemciniz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder