Hiç kokuları saklamak istediğiniz
anlar oldu mu? Eminim en az bir kere de olsa bu duyguya kapılmışsınızdır. İşte
Antakya’ya öyle bir zamanda gittim ki, kokusunu özleyeceğim bir gezim oldu. Bu
yazıda size kendi deneyimlerimden yola çıkarak şehri nasıl gezeceğinizi
anlatmak istiyorum.
Doğu illerinde dolaşmış ve oranın
havasını almış olanlar için çok renkli bir şehir olduğunu söyleyemeyeceğim ama
benim gibi gezipte her çiçeğin balı farklıdır diyenlerdenseniz eminim bu şehir
size gerçek yüzünü büyük bir cömertlikle gösterecektir.
Bir kere hikayenin sizi bulmasını
istiyorsanız lütfen şehirde yürüyün ya da gideceğiniz yerler için dolmuş,
otobüs gibi yerel ulaşım araçlarını kullanın…
Şehrin merkezinde bir yerde
kalmanız işinizi kolaylaştıracaktır. Ben öğretmen evinde kaldım fakat keşif
sırasında bulduğum bir yer var ki tekrar gittiğimde orayı tercih edeceğim,
sizlere de şiddetle tavsiye ediyorum.
Burası çarşının nerdeyse orta
yerinde olan ama yüksek duvarlar ile şehrin kalabalığından ayrılmış “Antakya
Katolik Klisesi”. Muazzam bir avlusu,
dingin bir atmosferi ve pırıl pırıl çalışan insanları var. Evet bildiğiniz
tarihi kilise. Kilisenin içinde birde
misafirhanesi var. Odalar temiz ve otantik. Üstelik oldukça uygun fiyatlı. Otel
hizmeti beklemeyip sadece yatmak için bir yere ihtiyacınız varsa mutlaka
burayla bir görüşün derim. Fakat oda sayısı az olduğu için gitmeden mutlaka
arayıp rezervasyon yaptırın. İşte bilgileri :
P.Domenico (Valentino) Bertogli
(Antakya Katolik Klisesi)
Kurtuluş Cad. Ataman Demir Sok.
No: 6 PK 107 Antakya
Tel: +90 0326 215 67 03
Antakya deyince hepimizin aklına
yemek geliyor…. Muhteşem Hatay mutfağı… Gerçektende oldukça lezzetli şeyler
tattım. Sanırım, oldukça farklı kültürlerin kaynaşık yaşadığı şehrin
yemeklerinin bu kadar lezzetli olmasının sebebi bu kültür kesişimi.
Yemek için farklı tavsiyelerim
olacak… Bu konuda ne kadar hassas ve meraklı olduğumu bilirsiniz… İlk olarak Leban ile başlayalım…
Leban, Gazipaşa Caddesinde
Ortodoks Kilisesinin hemen yanında çok eski ve neredeyse Hatay yemekleri
denildiğinde akla gelen ilk isimlerden biri… İlk defa 1924 de kurulmuş…
Nesilden nesilede devam ettirilmiş… Üstelik fiyatları da oldukça uygun. Daha
sonra turistik olarak benzerleri lüks bir şekilde dizayn edilip şehrin çeşitli
yerlerine açılmışlar ama siz beni dinleyip bu eski lokantaya mutlaka gidin.
İçeri girdiğinizde alt katı mutfak müzesi olarak dizayn edildiğini göreceksiniz.
Burada oldukça eski mutfak araç gereçleri var. Bazılarının büyüklüğü dehşet
verici. Birkaç fotoğraf almak isteyeceğinize eminim. Oturmak için terası tercih
edin. Yani dördüncü kat. Manzarası şehri görmek için oldukça uygun. Çalışanları
öyle sempatik ki sizi evinizde gibi hissettirmek için ellerinden geleni
yapacaklardır. Leban’ın anlamını merak
edenler için hemen yazıyorum; Arapça bir kelime ve Türkçe karşılığı yoğurt.
Ayrıca Leban Kelimesi, Arapça ve İbranice ortak kullanılan tek kelimedir ve
beyaz anlamına gelmektedir. İbraniler ve Araplar bu kelimeyi Lübnan Dağlarının
karının beyazlığı içinde kullanırlar.

Gelelim ne yemeniz gerektiğine…
Leban’a kesinle oldukça aç gidin… Ve çok geç saate kalmayın zira yedikleriniz,
kolay hazmedilecek şeyler değil… Bir kere burada ki masanız sadece mezelerden
ibaret olsun… Kebap ve et faslı için durağımız ayrı bir yer… İsimlerini
yazacağım mezeler ile masayı donatın ve sıcacık gelen pişi ile hepsini bandıra
bandıra afiyetle yiyin… Yazarken bile hala iştahım kabarıyor; tadacağınız
lezzetler gerçekten sıradan değil. Bazılarının İstanbul’da da yemiş
olabilirsiniz ama inanın bana alakası yok… Şimdi siparişinizde olması
gerekenler ; Tereyağlı fıstıklı humus ( bunun için ölebilirim ki normalde
humusdan hiç haz etmezdim) , Bakla, Cevizli Biber, Süzme Yoğurt, Tarator,
Zeytin ve Zahter Salatası, Abugannüç, Patlıcan ve Biber Yoğurtlama, Oruk,
Lebannigra… Bu mezeler ile tam olarak padişah sofrasında ağırlanmanın keyfini
yaşayacaksınız… Üzerine kahvenizi içmeden oradan ayrılmayın…
Gelelim kebap kısmına… Misss gibi
etler gelsin… Tepsi ya da kağıt kebabı yörenin en çok bahsi geçen et sunumları
arasında… Size önerim tepsi kebabı… Uzun çarşının içinde kasaplar göreceksiniz.
Bildiğimiz eski usul mahalle kasapları. İçeride ya da dükkanın önünde gayet
salaş masalar var… Et yiyeceksiniz
buralarda yemelisiniz. Ne kadar yemek istediğinizi söylüyorsunuz, bildiğiniz
satır ile gözünüzün önünde hazırlanıyor hemen yakında ki ekmek fırınının odun
ateşine tepsiler yollanıyor çıktığı gibide masanızda… Bazılarınız için görüntü
ya da ortam pis gelebilir ama ben parmaklarımı yerken her şey cennet gibi
görünüyordu gözüme… Hassas olanlar için şehirde şık ve güzel restorantlarda
mevcut oralarda et yiyebilirler… Yemek
serüvenimiz henüz bitmedi… Tavuk ve Balık içinde önerilerim olacak… Ama şimdi
biraz şehirde nereleri gezeceğinize değinelim…
Bu yazacaklarım, şehrin merkezinde
yürüyerek keşfedeceğiniz yerler. Bazen halktan birine sorduğunuzda minibüse
yönlendirebilir sizi ama inanın yürüyerek yapacağınız keşif daha
eğlenceli. Araçlı gidilecek yerleri
yazacağım size zaten…
- Hatay
Arkeoloji Müzesi
Hatay
Müzesi Cumhuriyet Alanında, Asi Irmağı kenarında ve köprü yakınında
bulunmaktadır. Arkeoloji Müzesinin yapımına 1934 yılında başlanmış, 1948
yılında ise ziyarete açılmıştır. Müze, mozaik koleksiyonu bakımından dünya da
ikinci sırada yer almaktadır. Bu müzeyi gezmeden mutlaka mozaikler hakkında
biraz okuyun, hatta küçük bir kitap edinin. Çünkü her birinin hikayesini
bilince bakmak daha da anlamlı geliyor. Antepteki mozaik müzesi gibi modern ve
büyük bir yapı olmasa da içinde yer alan eserler bakımından görülmeye değer bir
arşiv sergiliyor. Tabi sikkelerin olduğu bölümde ayrıca güzel.
- Ortodoks
Kilisesi
Antakya
Hürriyet Caddesinde bulunan kilisenin yapımına 1860 yılında başlanmış, büyük
depremin ardından 1900 yılında tekrar restore edilmiştir. Kudüs’ten sonra en
eski kilise ve Doğu Ortodoks Kiliselerinin en güzelidir. Ayrıca size
bahsettiğim Leban Lokantasına çok yakındır.
- Havra
1700
yıllarında, Antakya Kurtuluş Caddesinde ki bir binanın Havra’ya dönüştürüldüğü
tahmin edilmektedir. Havra’da bulunan mukaddes kitap “Tevrat” ceylan derisine
İbranice yazılmış olup, 500 yıllık bir geçmişe sahiptir. Düzenli olarak Musevi
Cemaati burada ibadetlerini yapmaktadır.
- Katolik
Kilisesi
Burası
size adres bilgilerini verdiğim konaklamanız için tavsiye ettiğim kilise.
Katolikler 600 yıl aradan sonra tekrar Antakya’ya yerleşmişlerdir. Buraya ilk
gelenler bir kilise ve çocukları için bir okul açmışlar, daha sonra da Antakya’ya
gelen Fransız rahipler ise buraya bir manastır kurmuşlardır. 1852 yılında
dönemin padişahlarından bir Katolik Kilisesi kurmak için izin almışlar birkaç
yıl içinde bu kiliseyi yaptırmışlardır. Bu kilisenin bahçesinde çanın bulunduğu
yere mutlaka çıkın. Doğru açıyı yakalarsanız, aynı kare içinde cami minaresi ve
kilisenin çanını çerçeveleyerek anlamlı bir fotoğraf karesi
yakalayabiliyorsunuz. Benim kiliseyi ziyaretim sırasında, camiinin imamı
yapılacak olan bir etkinliği haber vermek üzere kilise yetkililerinin yanına
gelmişti. İmam olduğunu bilmiyordum. Kilise yetkilileri, hakkında buranın nurlu
ve ilmi bir adamı kendisine çok saygı duyuyoruz mutlaka tanışmalısınız diyerek
inancın ibadethane duvarlarını yıkıp insanlık noktasında olabileceğini birebir
gösterdiler. Antakya insanı farklı
inanç ve kültürlerin ortak yaşamına oldukça sık tanıklık edeceğiniz hikayeler
ile süslü.

- Eski
Antakya Evleri
Antakya
sokaklarında dolaşmak ve eski şehrin atmosferini koklamak için daracık
mahallelerde dolaşmayı sakın unutmayın. Antik Çağ’daki Antakya evlerinin bir
avlu etrafında gelişen plan şemasına ve bazı mimari özelliklerine asırlar sonra
inşa edilmiş olan eski Antakya evlerinde de rastlamak mümkündür. Özellikle aynı
içe dönük yaşayış sokak ile minimum ilişki ve antik çağdan bu yana gelen
mahremiyet duygusu evlerin mimari karakterinin oluşmasında ona belirleyici
unsur olmuştur. Birbirine benzeyen ve genellikle iki katlı olan evler taş,
kerpiç ve ahşaptan yapılmıştır. Evlerin cepheleri genellikle güney ve batıya
bakmaktadır.
- Habib-i
Neccar Camii
Aslında
merkezde görülesi camii sayısı daha fazla. Meraklıları gitmeden internetten bu
bölgedeki camiler hakkında bilgi alabilirler. Ben önemli olanlardan bir
tanesini seçip yazmak istedim. Çünkü bir gezi haritası çıkarırken zamanla
yarışmanın da getirdiği bazı ayrıştırmalar oluyor. Şehir merkezinde
geçireceğiniz uzun bir tam gün için o yüzden sadece 9 noktayı belirledim. Cami,
Antakya’nın 636 yılında Arapların eline geçtiği dönemde inşa edilmiştir. Bugün
ki Türkiye sınırları içinde inşa edilen ilk cami olduğu kabul edilmektedir.
Kurtuluş Caddesinde bulunan Cami, Hz. İsa’nın havarilerine ilk inanan ve bu
uğurda canını veren bir Antakyalının adını taşımaktadır. Caminin kuzeydoğu
köşesinde yerin 4m altında Habib-i Neccar Türbesi bulunmaktadır. Etrafı medrese
odaları ile çevrilidir. Cami avlusunda bulunan şadırvan 19 yy eseridir.
- St.Pierre
Kilisesi
Bu
kiliseye dolmuşlarla gidebileceğiniz gibi yürüyebilirsinizde. Şehir merkezinden
yürümeye başladığınızda mesafesi Beşiktaş Kabataş arası diyebiliriz. Kilise,
Reyhanlı karayolu üzerinde Habib-i Neccar Dağının uzantısı olan Haç (Stauris)
Dağı’nın eteğindedir. 13m uzunluğunda, 9.5m genişliğinde ve 7m yüksekliğinde
doğal bir mağaradır. Hz. İsa’nın ölümünden sonra havarilerinden St. Pierre
Antakya’ya gelerek (MS I yy ilk yarısında) burada telkinlere başlamıştır.
İsa’ya inanlara Hıristiyan adı ilk kez burada verilmiştir. 1963 yılında Papa
VI. Paul tarafından burası Hıristiyanların Hac yeri olarak kabul edilmiştir.
Her yıl 29 Haziran’da St.Pierre Günü (Bayramı) kutlamaları yapılmaktadır.
- Uzun
Çarşı
Gelelim
alış verişe. Antakya’dan alacaklarınız ve bence uçağınıza doğru yola koyulmadan
uğrayacağınız son durak burası olmalı. Her şeyi bir arada bulacağınız bu
çarşıdan almanız gerekenleri kısaca şöyle özetleyebilirim. Yörenin vazgeçilmezi
Nar Ekşisi… Taze ve kurutulmuş kekik… Yöreye has peynirler. Vakumlu künefeler…
Salça… Sevenler için sele zeytin. Defne Sabunu… Ve damak tadınıza göre
bulacağınız birçok şey… Fiyatların uygunluğu bakımından taşımaya değer.
Özellikle taze kekik bence olmazsa olmazınızdır…
- Antik
Cam Evi
Burası
aslına bakarsanız tarihi mekanlar arasında sayılamaz. Ama benim gibi bir şişe
koleksiyoneri için şehrin en keyifli mekanlarından biriydi. Görülmesi ve sahibi
ile tanışılması konusunda da tüm içtenliğimle öneride bulunuyorum. Camın ilk
keşfedildiği yerlerden birisi Antakya civarıdır. Binlerce yıl Antakya civarında
gezgin cam atölyeleri cam objeler üretmiştir. Bu antik cam evinin şimdiki
sahibinin babası Asaf Asfuroğlu ise Antakya’da ki sabit cam atölyesini kuran
kişidir. Bu atölyeden kalan birçok araç gereç ve ürün ise 140 yıllık tarihi bir
Antakya evinde sergilenmektedir. Aynı zamanda evde yer alan atölye de Roma,
Bizans ve Fenike Dönemine ait parfüm, ilaç ve gözyaşı şişelerinin
röprodüksiyonları yapılmakta ve satışa sunulmaktadır. Şimdiki varis olan, Şadi
Asfuroğlu bu işe yüreğini koymuş bir usta. Asıl mesleği olan dişçilik ile hobi
olarak başladığı cam ustalığı arasında ise muazzam bir köprü kurmuş. Kendine
has geliştirdiği aletler takdire şayen. Yalnız müzeye gitmeden mutlaka
kendisini arayın. Son derece misafir perver olan Şadi Usta’dan dinleyeceğiniz
hikayeler ve evin içinde yapacağınız geçmişe yolculuk gezinize masalımsı bir
hava katacak. Müze hakkında birçok bilgiye www.antikcamevi.com
sitesinden ulaşabilirsiniz.

Şimdi şehir merkezinden
uzaklaşmadan önce gelelim “künefeciler meydanına”… Antakya da yemekler bir yana
tatlılarda hatırı sayılır cinsten… Bu kadar yemeğe bir sürü obez insan
bekliyorsunuz ama yerel halk anatomik olarak tipik doğu insanı özelliği
gösteriyor. Gezimizin şehir merkezi etrafında olan kısmını bitirdikten sonra
yavaşça artık dışarılara açılma vakti geldi. Şimdi sizi çok güzel iki yere
götüreceğim… Önce sahile inip Çevlik’te Akdenize bakacağız sonra da dağlara
çıkıp Vakıflı köyünü ziyaret edeceğiz…
Çevlik
Çevlik’e gitmek için şehir
merkezinden Samandağ Minibüslerine binin ve son durakta inin. İndiğiniz yerde
sahile inen bir başka minibüse aktarma yapın. Zaten kime sorsanız hemen
gösterecektir. Şehir merkezine yaklaşık 1.5 saatlik mesafede olduğumuz için gün
ışığından faydalanmak ve gezeceğimiz noktaların keyfini çıkarmak adına sabah
erken saatte yola düşmekte fayda var derim ben.
Çevlik, küçük bir tatil beldesi.
Ülkemizin en uzun ikinci sahiline sahip. Ayrıca mersinle birlikte caretta
carettaların yumurtalarını bırakmak üzere geldikleri kumsallara sahip. Bu güzel
sahil beldesinin ise en kötü tarafı yeterince temiz olmaması. İnsanı üzüyor dediğim
bazı şeylere tanıklık edebileceğiniz gibi doğanın muhteşemliği karşısında da
elinizin kolunuzun bağlandığı zamanları yaşıyorsunuz. Sezon zamanında dünyanın
dört bir yanından gelen turistlere ve yöre halkına ev sahipliği yapan bu
kumsalların yakın zamanda koruma ve bakım altına alınması en büyük temennilerim
arasında. Çevlik’in tatil beldesi olması yanında antik bir şehrin kalıntılarına
ev sahipliği yapıyor olması da dünyaca önemli bir noktada olmasına sebep.
Özellikle Titus Tüneli görülmesi
gereken ilk yerlerden biri.
Titus Tüneli
Tarihi kayıtlara göre,
"dünyanın ilk tüneli" olarak tanımlanan Titus Tüneli, Roma döneminde
dağlardan inen suların sürüklediği tortuların limanı doldurmasını önlemek için
çalışmalara İmparator Vespasianus (MS.69-79) zamanında başlanmış, oğlu
İmparator Titus (MS.79-81) zamanında da tamamlanmıştır. Bu çalışma sonucunda da
limanın dolması önlenmiştir. Bu mühendislik harikası olan tünel, 1000 kişilik
esir ordusu tarafından 10 yıl boyunca çalışılarak açılmış.
Tünel Titus zamanında tamamlandı ve derenin önü bir duvarla kapatılarak sel
suları , yüksekliği 7 mt. genişliği 6 mt olan bu tünel vasıtası ile uzaklara
akıtıldı, böylece limanın dolması engellenmiş oldu. 130 m'si tünel, kalanı açık
kanal halinde olan tünelin uzunluğu girişten Çevliğe kadar 1380 m'dir
Günümüzde tünelin üzerinde blok taşlardan yapılmış, bugün de kullanılabilir
durumda olan tek kemerli bir Roma köprüsü bulunmaktadır. Ayrıca kaya mezarları
yine bu bölgenin önemli kalıntıları arasındadır.
Titüs Tünelinde dolanıp, kaya
mezarlarına da uğradıktan sonra sahilde ki balıkçılarda keyif yapmadan buradan
ayrılmamanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Özellikle yöreye ait olan dip
balıklarını tatmalısınız. Eminim bu kadar lezzetlisini başka yerde yeme
şansınız olmayacak.
Akdenizin havasını alıp karnımızı
da doyurduktan sonra Samandağ’ına geri dönüp Vakıflı köyüne çıkmadan
uğrayacağımız iki yer daha var. Biri
Beşikli Mağarası Diğeri ise St. Simeon Manastırı. Bu iki nokta ile ilgili şöyle
bir bilgi vermek istiyorum. Konumları gereği normal dolmuş ile gitmek biraz
sorunlu. Bu yüzden Samandağ’da özel bir araçla anlaşıp bütün noktaları daha
rahat gezebilirsiniz. Ama bütçeniz ve vaktiniz yeterli değilse maalesef bu iki
yeri es geçip merkezden dolmuşla direkt Vakıflı köyüne geçmeniz gerekecektir.
Beşikli Mağarası.
“Seleukeia Pieria” ya da diğer bir deyişle “Pieria’daki Seleukeia” antik kentin
en önemli kalıntılarından biri olan Beşikli Mağara tamamen kayaya oyulmuş mezar
kompleksidir. 18. ve 19. Yüzyıl seyyahlarınca seyahat kitaplarında krallar
mezarı olarak tanımlanmış W.Barlett tarafından gravülleri çizilmiştir. Mezar
odasının bulunduğu alan eski çağlarda ölüler şehri olarak adlandırılan bir
nekropol alanı olarak düzenlenmiştir.
St. Simeon Manastırı ; Samandağ
İlçesi yolu üzerinde Değirmenbaşı beldesinden ayrılan bir yolla gidilen Aknehir
Beldesi sınırları içinde 479
metre yüksekliğinde bir tepe üzerinde kurulmuştur. M.S.
6 yüzyılda yapılan Manastırın sekizgen avlusunun ortasında doğal bir kayadan
yapılmış sütun mevcuttur. St. Simeon buraya M.S. 541 yılında gelmiş ve 592
yılında ölmüş olup. St.Simeon’un ölünceye kadar bu sütün üzerinde yaşadığına
inanılır.
Vakıflı Köyü
Portakal çiçeklerinin kokusunu
hafızanıza kaydetmek ve asla unutmak istemeyeceğiniz bir deneyime hazırlıklı
olun. Ülkemiz birçok güzel köye ev sahipliği yapmaktadır ama Vakıflı bir başka
denilesi cinsten bir havaya sahip.
İlçe merkezine 4km uzaklıkta
narenciye bahçeleri içerisinde yer alan Samandağı’nın en şirin ermeni köylerinden biri. Aslında sadece bu köy için
özel bir yazı hazırlanacak kadar da hikaye barındırıyor içinde. Köy merkezinde
1860 lı yıllarda inşa edilen ve 1997 yılında estetik mimarinin güzel bir örneği
olarak restore edilen Meryem Ana Kilisesi ile karşılaşırsınız. Kilisenin
bahçesine uğramışken köyü yaşatmak adına kurulan ve köy kadınlarının el
emekleri ile hazırlanan, nar ekşisi, şuruplar, şaraplar, reçeller ve tadına
doyamayacağınız likörlerden mutlaka almalısınız. Ayrıca uzaktan sipariş
verdiğinizde kargoyla evinize kadar gönderiyorlar. Benim favorim köy
kadınlarının yaptığı portakal çiçeği reçeli ve tuzlu yoğurt süzmesiydi.
Kiliseden aşağıya doğru yürürken köyün evleri dikkatinizi çekecektir. Merkezde
ki köy kahvesinde çayınızı içip minibüsün sizi almasını beklerken yerel halkla
yapacağınız sohbetin tadını çıkarın.

Oldukça yoğun geçen bir günün
sonunda şehir merkezine dönüş ve yarın sabah yapılacak olan Harbiye gezisi için
hazırlanmak üzere dinlenmelisiniz. Antakya için önerim 3 tam gün ve 2 gecedir.
Bu durumda kısa bir plan yapmak gerekirse, uçağınızı erken saatte hatay’da
olacak şekilde seçin. İlk gün sabah eşyalarınızı otele atar atmaz, şehir
merkezi gezinizi rahatça yapabilirsiniz. İkinci gün, Çevlik ve Vakıflı
civarları. Üçüncü gün ise gece geç saate dönecek şekilde uçuşunuzu ayarlarsanız
son derece yeterli ve keyifli bir serüveni tamamlamış olursunuz.
Gelelim üçüncü gün yol hikayemize,
az önce de bahsettiğim gibi sabah erken kalkıp odayı boşaltıp valizleri emanete
bırakır bırakmaz önce Harbiye’ye gideceğiz oradan Uzun Çarşıya gelip alış verişimizi
yapacağız sonrada havalimanı yoluyla kürkçü dükkanına dönüş.
Harbiye (Daphne)
Harbiye’ye yine şehir merkezinden
kalkan dolmuşlar ile gidebilirsiniz. Bu dolmuşlar giderken başka dönerken başka
bir yol kullanıyorlar. Özellikle dönüş yolu süprizli. Harbiye’nin en önemli
özelliği şelaleleri. Her yerden çağlayan sular bir bakıma sizi cennete
çağırıyor gibi ama her şelalenin dibine kurulmuş çay bahçeleri ise bir o kadar
cennetten kovulma isteğinizi artırıyor. Harbiye ile ilgili yetkililere bir
talepte bulunmak istiyorum. Burayı doğal park ilan edip, çay bahçeleri için ise
başka bir formül yaratsınlar eminim hem işletmeler hem de doğal güzellik için
çok daha iyi bir sonuç elde edilecektir.

Şelalerin sesi, havanın temizliği
derken acıkacağınız bu yerde tavuk yemenizi öneririm. Özel sosla hazırlanıp
mangalda pişirilen tavuk eti oldukça lezzetli. Ayrıca Suriye’den gelen kaçak
malların satıldığı minik bir pazarın içinden geçerken de çeşitli hediyelik
eşyalar almanız mümkün. Fotoğrafçılar için enstantene denemelerine poz veren
çağlayanlar oldukça farklı kompozisyonlara olanak verecektir. Maksimum yemekle
birlikte iki ya da üç saatinizi alacak Harbiye yolculuğunun dönüşünde minibüse
binin. Şehrin terası olarak anılan yerden geçen minibüs bütün Antakya’yı 360 derece
görebileceğiniz yükseklikten geçerek merkeze dönüyor. Bu yolculuktan keyif
alacaksınız. Ayrıca eğer St.Pierre Kilisesine gidemediyseniz sakın üzülmeyin,
minibüs şehre tam kilisenin olduğu yerden dönüyor. Son fırsat hale elinizde.
Orada inip kiliseyi gezip merkeze yürüyebilirsiniz.

İşte sonunda uzun çarşıya geri
döndük. Alış verişinizi yapıp belki son kez tatlınızı yedikten sonra Havaş’ı
arama ve havalimanına doğru yola çıkma vakti.
Gezginler için yol ve hikayeler
bitmez. Başka yerlerde başka hikayeler ile görüşmek üzere.
Bunları Biliyor
Muydunuz?
*Antakya Mozaik Müzesi Mozaikleri
bakımından Dünyada ikinci sırada...
*St. Pierre Kilisesi
Hıristiyanlığın yayıldığı ilk mağara kilise...
*Asi Nehri Güney’den
Kuzey’e ters akan tek nehirdir...
*Habib-i Neccar Camii Anadolu'da
yapılan ilk camidir...
*Hatay, Türkiye Cumhuriyeti
tarihinde Devlet olma özelliğini kazanmış tek vilayettir...
*M.Ö 300 yılında kurulan Antakya,
M.Ö I. yy antik dünyanın üç büyük şehrinden biriydi.
*Roma döneminde yapılan Olimpiyat
Oyunlarına ev sahipliği yapmıştır.
*Antakya müzesindeki para
koleksiyonu dünyada 3. sırada yer almaktadır.
*Dünyada meşalelerle aydınlatılan
ilk sütunlu cadde olan HEROD CADDESİ (KURTULUŞ CADDESİ) Antakya’dadır.