5 Aralık 2012 Çarşamba

Kim Ki bu dili yaratmış...

Sevgili Kaptan,


Kore'ye doğru yelken açarsan özellikle Güneyine tanışmanı istediğim biri var. Kim Ki Duk adında bir adam. Oldukça sempatik ve alçak gönüllü. Gerçi budistleri düşünürsek hepsi birbirinin aynı. Gülümseyen tek hat gözleri ile, önünde eğilmekten zevk duyar haldeler. Bazen bu egosuz ve dingin halleri sinirimi bozuyor. Bazende peşlerinden tapınaklara gidip günlerce susabileceğimi hissediyorum. Tıpkı budizmle aramdaki papatya aşkı gibi Kim Ki Duk ile olan aşkım... bir seviyorum bir sevmiyorum...

 Kim ki bugüne kadar 15 film yaptı.... İlk sinema filmini izlediğinde 32 yaşındaydı. İzlediği filmler, Köprü Üstü Aşıkları (Leos Carax) ve Kuzuların Sessizliği imiş. Fransa da izlediği bu filmlerden o kadar etkilenmiş ki ülkesine dönüp hemen bir senaryo yazmış ve ödülü kapmış. Bu adam hiç bir sinema eğitimi almamış. 9 yaşından sonra fabrika işçiliği, fakirlik  ve aile içi şiddet... bileşenleri ile geçirdiği çocukluk evresi zaten hayatı boyunca taşıyacağı travmaları baştan belirlemiş. Sonra körler okulunda rahip olmayı denemiş, o da olmamış...  Derken birgün sadece uçak bileti parasını biriktirip Fransa'ya gelmiş. Bir sanat okuluna gitmek en büyük hayali. Sokaklarda resim yapıp satmış geçimini kazanmak için. İki yıl kadar takılıp Güney Kore'ye geri dönmüş. "Eğitimsizliğimin bana verdiği kompleksi hep yaşıyorum bu yüzden kendimi hiçbir zaman güvende hissetmedim" diyor bir röportajında. Ama, Boş Ev'i, Zaman'ı, Nefes'i, Pieata'yı , İlkbahar Yaz, Sonbahar Kış....İlkbahar'ı yapmaktan geri durmuyor. 

Şimdi "kim" olursan ol, sanat üretmekten kendini alamıyorsan hayatına dair bütün detaylar anlam kazanmaya başlıyor. Bu yüzden sanatçıların hayatını merak eder ve tanımak isteriz. Ne yapmışta böyle olmuş, başına ne geldi de acep bunu yazdı, ya da sıradan olmaması gerekliliğini kendimize ispatlamak mı isteriz... Bu kendimizle sanatçı arasında ki pis bir rekabet midir... Her ne ise bilemedim ama "yaratıcıyı tanıma aşkı" zaten insan oğlunun geninde var...

Kim'i tanımak için filmlerini izlemek yeterlidir diye düşünüyorum. O kadar açık ve net anlatıyor ki iç dünyasını. Hatta sadece iç dünyasını perdeye yansıtıyor desem yeridir. Kısaca bir bakalım sinemasına ...

Kim Ki Sinemasında Karakterler, genelde psikolojik olarak rahatsız tiplerdir. İletişim sorunu yaşarlar. Dertlerini konuşarak değil uzun uzun bakıp bir anda çıldırarak anlatırlar. Ve filmi izlerken dersiniz ki bir cümle söylese mevzu kapanacak, niye susuyorsun... Konuş... konuş... İşte burada yönetmen ustaca size kelimelerin aslında kendimizi anlatmak için yeterli olmadığını vurgular. Ama bu demek değildir ki "susmak" kendinizi ifade etmenin göstergesi.  Hayatınızda konuştuğunuz ama yine de kendinizi anlatmak için kelimelerin yetmediği anlar eminim olmuştur. İşte ustanın bahsettiği temsili karakterleri tam bu noktada duran ruhsal yapılardır. Ama o bu durumu kelimeler ile değil imgeler ile anlatmayı tercih eder. Tıpkı gerçek hayattaki o sıkışmışlığı anlatmak için kelimelerin yeterli olmadığı gibi. Ayrıca, Kim Ki Duk karakterleri film boyunca ruhsal bir yolculuk yaparlar, sonunda ya arınırlar ya da ölürler. Ki genelde bir ölü hep vardır. Bu da, budizmle oldukça paralel bir yaklaşımdır. Çünkü budist öğretilerine göre;


insanlar asıl hayatlarını, “geldikleri ve sonunda gidecekleri” alemde yaşıyorlar, gerçek özgürlük orada mümkün. O özgürlüğe burada ulaşmanın tek yolu var: Başta benlik bağımlılığı olmak üzere tüm zincirlerden kurtulup aydınlanmak, “uyanmak”.... 



Aydınlanma için ise ruhun acı çekmesi gerekmektedir. İşte Kim Ki Duk karakterlerinin sürekli bir acı halinde görmemizin temel sebebi terbiye sürecinde olmalarındandır. Aslında fark etmesek de çoğu zaman kendimizi cezalandırırız. Ruhumuz benzer acılar çeker. Fakat bunu kim ki duk kahramanları gibi fiziksel şiddet uygulayarak yapmayız; daha kabul edilebilir bir sınır çizeriz acı şekline. Mesela, sevmediğimiz bir işte çalışma zorunluluğunu ruhumuza her gün kabul ettirmeye çalışarak acı çekeriz. Bedenimize duyduğumuz hoşnutsuzluk ile güzellik anlayışını zorlayarak acı çektiririz... Sevilmek uğruna kendi oluşumuzdan uzaklaşarak acı çektiririz... Bu böyle uzar gider, global dünya insan ruhunu terbiye etmek üzere elinde bir kırbaç ile dolanıyor etrafta... 

Kim Ki Duk Sineması Kadın ve Erkek İlişkileri üzerinden, erdemli insan olma yolunda ki ahlak kavramlarını irdeler.  "Şehvet, sahiplenme duygusu, o da öldürme hissini uyandırır" der, İlkbahar Yaz, Sonbahar Kış... İlkbahar filminde ki rahip. Sonra bu deyişin tamamı bir film konusudur "Dream" de.  Kadın ve erkeğin bir olduğunu, tıpkı siyahla beyazın aynı olması gibi anlatır metaforlarında.  İhanet, bağımlılık, şiddet, sevgi, aşk, şehvet... temel konularıdır filmlerinin. Aslında bu konuların ortak çıkışı da var oluşsal bir yaklaşıma götürür bizi. 



Gelelim Görsel Şölene ve estetik anlayışına.... uzak doğunun balını bol miktarda yemektedir bu konuda. Renk cümbüşleri, tapınaklar ve mistizim... Doruk yapar kim ki duk sinemasında.  Gerçekten "less is more" anlayışı ile yapılmış  filmlerinden  sergi açılabilecek kadar  fotoğraf karelerine ulaşmak mümkündür.  Tabi ki estetik deyince benim aklıma "Angelopoulos" tan başkası şimdilik gelmiyor. 

Kıssa'dan hisseleri birleştirme ustasıdır desek umarım yanlış bir şey yapmış olmam. Çünkü sinemasının böyle bir anlatısı vardır. İzleyenler mutlaka özdeşleşir ve kendi hayatlarına dair bir pay çıkarır. Dersini alır öğretiyi özümser ve film bittiğinde aydınlanır. Ya da filmi sonuna kadar izleyemeyip ortasında kapatıp "bu ne ya" der. İkisinin ortasına şimdilik rastlamadım. Bu da yönetmenin belli olgunlukta ki ruhlara hitap ettiğinin göstergesidir diyebiliriz.


Bir görüşe göre, bütün filmleri birbirinin kopyasıdır. 

Ben bu görüşe sempatik bakanlardanım. Ama o zaman neden her filminin çıkışını duyar duymaz izleme telaşına düşüyorum diye de kendime sormadan edemiyorum. Çünkü aynı değiller. Fakat öylesine bir dil, bir tarz oturtmuş durumda ki, sonunda adı yazmasa da artık bir filmin ona ait olup olmadığını anlıyoruz. 

Son filminde bir değişiklik yapıp (Pieta) para, konusuna da el atmış usta. Sanırım ruhun verdiği sınavlardan birinin ona karşı olduğunu artık anlatma gereği duymuş. Ama bunu anne oğul ilişkisi üzerinden anlatması beni 12 den vurdu. Yine de filmi çok sevdiğimi söyleyemem :) Tabii bu onun sinemasına duyduğum saygıdan gram eksiltme yapmadı. 


Yönetmeni hiç tanımayanlar ve tanışmak isteyenler için "Boş Ev" başlangıç filmi olabilir. Hemen ardından "Yay" "ilkbahar yaz, sonbahar kış...ilkbahar" gelebilir. Sevdiniz ise diğerlerini yazmama gerek yok kendiniz bulup takip edersiniz. 

Aslında bu adam hakkında anlatmak istediğim çok şey var kaptan... Kim Ki Duk sinemasında ki cinsellik, derinlikteki  yüzeysellik ya da ahlak kavramlarının çağ dışılığı.... ama kendime saklamak istediğim bir yönü var bu ustanın. Belki de henüz tam olarak çözemediğim için. Bir zaman sonra özellikle Güney Kore seyahatinden sonra belki daha derinlemesine yazarım.



Martılar, haberinizi getirdi. Büyük bir fırtınaya yakalanmışsınız.  Size iğne ve iplik gönderdim.  Yırtılan dalgaları yerine dikin. 

Bir sonraki fırtınada yanınızda olacağım.

Şimdilik hasretle kalıyorum. 

Saygılarımla,

Seyr-i Alemciniz.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder