Sevgili Kaptan,
Yokluğunda söz verdiğim gibi seyir defterini aynen düzenli bir şekilde tutuyorum. Fas yolculuğu TK nın Kasablanka'ya olan direkt uçuşuyla başladı. Ne bir rezervasyon ne de bir ön hazırlık yok her zamanki gibi. Sadece elimde Marakeş için rehber niteliği taşıyan bir kitapçık ve içinden çıkan harita var. Ama böylesi daha iyi galiba ne de olsa bu benim maceram ve keşfetmek için ön yargılardan sıyrılmış bir şekilde iç sesimle yolumu bulacağım.
1. Gün /18 Eylül 2012
Casablanca, Muhammed V havalimanı saat tahmini 2 civarları... Alt kattaki tren istasyonuna gidip marakeş için tren bileti alıyorum. Birinci sınıfı tercih etmek önemli. Hem ucuz hem daha konforlu bir yolculuk yapabiliyorsunuz. Fakat öğreniyorum ki direkt o istasyondan marakeşe giden tren yok. Bunun için önce Casa Voyage a gidiyorum. ( 3 durak sonra). Ardından tam 2 saat sonra Marakeş treni geliyor. ( ilk vagon first class) Saat 04:48 de başlayan tren yolculuğu tam 3 saat sonra bitiyor. Bu arada Hindistanda yaptığım korkunç tren yolculuğundan sonra fobimi yenmek için iyi bir deneyim oldu bana. Çünkü tren temiz böceksiz ve kokmuyordu. Hatta keyifli olduğunu bile söyleyebilirim. Marakeş son durak. Muazzam bir garda indim. Bir dolu taksici bana doğru koşmaya başladı. Bu ülkede taksiciler korsanlar gibi. Hangi turistim yağmalasam diye bakınıyorlar. Fakat sıkı pazarlık yaparsanız çok ucuza her yere taksiyle gidebilirsiniz. Gardan gideceğim yer "Jeema El-Fina" Meydanıydı. Fenalıklar meydanı olarak dilimize çevirebilirim. İlk taksici 50 dirhem istedi. Sadece 3 km için. 20 Dirhemden fazla ödemeyeceğimi söyleyince uzaklaştı yanımdan. Aramızdaki konuşmayı duyan diğer taksici 20 dirheme götürebileceğini söyledi. Valizleri kaptığı gibi araca doğru yol aldık. Tipik nereden geliyorsun sorularına Türkiye denildiğinde ekstra bir sıcaklık görüyordsunuz. Hemen İbrahim Tatlıses şarkılarını ve türk dizilerini sıralamaya başlıyorlar. Onlar bana Türkiye hakkında bildiklerini anlatırken benim kafamda geceyi nerede geçireceğim dönüp dolaşıyordu. Aslında kafamda meydana gidip oralarda dolanıp beğendiğim bir yerde kalmak vardı. Ama bir yandan da yolculuğun beni yorduğu gerçeği ile hemen bir yere başımı sokup valizimden kurtulmak istiyordum. Şöföre meydana yakın, ucuz, temiz ve sıcak suyu olan bir riad aradığımı önerisi olup olmadığını sordum. Ama bakacağımı beğenmezsem tutmama ihtimalim olduğunuda söyledim. Tamam dedi. Beni ilk götürdüğü otele rezervasyonu yaptırdım. Herkes halinden mutlu bir şekilde ayrıldı. Duş operasyonu ve üst baş değişiminden sonra kendimi meydanda buldum. Bu meydan yılanların dans ettiği, maymunların öpücük dağıttığı, berberlerin avaz avaz şarkı söylediği "Jeema El-Fina" Meydanı. Tabii en önemli özelliği gece kurulan yemek standları. Bu standlarda yemek yemek ve taze sıkılan protakal sularından içmek farz. Ha birde salyangoz çorbası vardı ama ben denemeye cesaret edemedim. İlk gece etrafı seyretmek, yemek ve marakeşin atmosferine alışarak geçti. Erken sayılabilecek bir saatte derin bir uykuya dalmak ise kaçınılmazdı.
Fasta ilk gün için notlar;
2. Gün /19 Eylül 2012
Sabah 8 de bütün uykumu almış olarak uyanmak süperdi. 3 saat farkı vücudum henüz algılamamış olacak ki 11 e kadar gibi uyumuş gibi uyandım. İyi bir kahvaltı ve sonrasında marakeşin sokaklarında kaybolmak. Elimde bir harita ve ziyaret edeceğim yerler için küçük planlarım vardı ama çokta şart değil diye baktığım için benim için esas olan şehri yaşamaktı. Kahvaltı hayalim çok çabuk suya düştü. Çünkü fransız etkisini dibine kadar yaşadığınız bu ülkede sadece krep bal yada marmalet eşliğinde kahve geliyordu kahvaltı dediğinizde. Bir cafe bulup oturduğumda ise kuranı kerimi dinleyerek temizlik yapan garsonlar sadece ekspresso servisi yaptılar. Bu sırada işe giden ve yeni uyanan şehir önümden geçiyordu. Kahve beni biraz daha kendime getirdiğinde elimde haritayla yürümeye başladım. Birkaç kişiye yol sordum. O sırada yanımda beliren bir adam bana gerçek marakeşi görmek ister misin dedi. Evet dedim. Muhammed böylece 2 saatlik şehir turuma rehberlik yapmak üzere görevine başlamıştı. Burada turistlere yol gösteren doğal rehberler bir anda yanınızda bitebilir. Bence faydalanın. Çünkü şehrin labirent gibi sokaklarında onlar olmadan dolanmak biraz güç.
Haritaların işe yaramadığı yerlerden biri marakeş. Muhammedle birlikte gerçek marakeşi keşfetmek üzere yürümeye başladık. İngilizceside gayet iyiydi. Hiçbir eğitimi olmayan muhammed Fransızca, İspanyolca ve İngilizceyi ana dili gibi konuşabiliyordu. Aslında bu ülkede birçok kişi en az 3 dil konuşabiliyor. Atolyeler, eski yahudi mahallesi, okullar derken 2 saat içinde birçok yere girip çıktık. El işçiliğinin böylesine güçlü olduğu bir ülkede sanatın geri kalmışlığıda ayrıca düşündürüyor. Emin değilim ama eminim babadan oğula geçen bir sistemle yıllardır aynı atolyeden geçinen aileler vardır. Marangozlar, demirciler, dokumacılar, iplikçiler, çömlekçiler... Birçok atolye ve üretim yeri... Durmadan çalışıyorlar... Aslında benzeri atolyelere Türkiye'de de rastlıyoruz. Ama burada hepsinin bir arada olması özel... Bir sokak sırf ağaç oyma ve işlemeciliği... Ve sanatsal değeri olan görsellikte her biri.
Mimari yapı öylesine etkileyici ki kendimi zaman zaman büyük bir film setinde gibi hissettim. Daha da muhammedin götüreceği yerler vardı ama o sırada şehrin yapısı ve sokaklarını keşfetmenin verdiği güvenle muhammedden ayrılıp kendi kendime dolaşmak istedim. Tabii muhammedle sıkı pazarlık yapıp parasını ödedikten sonra. Birkaç sarayıda kendi kendime gezdikten sonra "souk" adı verilen pazarlara dalma vaktiydi. Bu pazarlar bizim kapalıçarşıyı andıran el işçili konusunda birçok şeyi bulabileceğiniz dükkanlar ile doluydu. Tabii baharatçılar ve doğal ürün satan yerlerde var. Benim ilgimi çeken dükkanların başında eski eşyaları satan çakma antikacılar geldi. Bu arada alışveriş için marakeş pazarları pahalı görünsede iyi bir pazarlıkla ilk söylenen rakamın 4'te birine satın almak şansınız çok yüksek.
Gezmekten yorgun düşünce yine meydana dönüp yemek ve bir kahve eşliğinde dinlenmek harika bir fikirdi. Meydanın hemen ortasında bir cafe de nane çayı ile mola vermek ve akşama hazırlık yapan meydanı izlemek çok keyifli. Bu sırada ikindi ezanı okunmaya başladı. İlginç olan şu ki bizim alıştığımız makamın çok dışında okunuyor burada. Emin olmak için hatta bir faslıya bunun ezan olup olmadığını bile sordum. Mola biter bitmez bir başka sarayı gezmek üzere yola devam. Size saraylar ya da müzeler ya da turistik mekanlar hakkında yazmayacağım, çünkü hem rehber kitaplarda hem de birçok gezi yazısında hepsine rahatlıkla ulaşabilirsiniz. Ama bana kalan izlenim, birçok ülkede ki tarihi mekan ve saraylardan sonra marakeşte öyle çokta etkileyici bir kalıntı gördüğümü söyleyemem. Bu şehirin yaşayan hareketli yerleri çok daha büyüleyici. İkinci günün akşamını birkaç kadeh şarap içecek bir yer bulduktan sonra berberler ile şarkı söyleyip dans ederek bitirdim. Bu arada meydanda onlar için dans etmem öylesine hoşlarına gittiki (sayemde biraz daha para kazandılar) bir sonraki gece de gelmem için ısrar ettiler. Ama planlar ne olur ben nerede olurum bilemediğimden onlara söz veremedim.
İkinci gün hakkında notlar;
3.Gün / 20 Eylül 2012
Üçüncü gün benim için biraz karar verme günüydü. Çünkü son iki günümü "Fes" i ziyaret etme fikri ile "Essaouira" da dinlenmek arasında gidip geliyordum. Essaouira, marakeşe 2 saatlik mesafede bir sahil kasabası. Günü birlik gidip gelmek ve orayı görerek karar vermek en iyisiydi. Ama size önerim, üçüncü günü atlas dağlarında şelalere olan trekingle geçirmeniz. Ben keşfetmek üzere Essaouiraya gittim. Tabi ki kasabaya aşık oldum. Uçsuz bucaksız kumsal, balıkçı tekneleri, her türlü deniz böceği ve taze balık beni benden aldı. Ve yolculuğumun son iki gününü orada geçirmeye karar vererek marakeşe geri döndüm. Size orayı sonra anlatacağım. Ama yoldaki ağaç üzerinde tünekleyen keçiler ve argan yağının nasış yapıldığını görebileceğiniz fabrika ziyaretini ihmal etmeyin derim.
4. Gün / 21 Eylül 2012
Çöle doğru yola çıkma vakti. Fasta beni en çok etkileyen günlerden biriydi bu. Atlas dağlarına virajlı yollardan tırmanmak, her güzel manzarada durup fotoğraflar çekmek, doğanın oynadığı türlü oyunları izlemek. Mesala bir dağın tepesi kalp şeklindeydi. Ya da bir yerden sonra bulutlar sizden aşağıda kalıyordu. Sonra berberi köyleri ve hikayaleri. Birçok filme konu olan "gladyatör"ün de çekildiği alanlar... Doğunun mistizminin sizi içine aldığı görsellik... Yolculuk sırasında edindiğiniz dostlar... Gerçek fas yavaş yavaş damarlarıma işlemeye başlamıştı. İşte o an, büyülere de sihirede hatta herşeyin mucize olduğuna da inanmaya başladım. Dağlar tepeler aşdıkça ben de içimde ki engelleri aşmaya başladım. Ne geçmiş ne gelecek, sadece gökyüzü vardı.
Kampa ulaşmak için develer ve çölde gün batımını anlatacak kelimelerim yok benim. Evimde koltuğumda oturur gibi olması gerekirken çölde uzanmış yıldızlara bakarım belki de en sıradan gecelerimde artık. Küçücük kaldım, minnacık... Çöl büyüdü, gök yüzü büyüdü ben küçücük kaldım... Kum taneleri kadar küçüldüm, sonra da çöle karıştım.
Taki sabah gün ışıyana kadar...
Size geceki eğlencemiz, yolcukluk detayları ya da onu yapın şuna bakın demeyeceğim, kendi çölünüzde kendi hikayenizi yaşayın ve sakın anlatmayın...
Herkesin çölü önyargısız, beklentisiz ve kendi gibi geçmesine izin verin...
Bunları mutlaka yapın,
5.Gün /22 Eylül 2012
Çölde muhteşem bir sabaha uyanıp güneşin doğuşunu izledikten sonra, deve sütüyle yapılmış kahveyle ayılmaya çalıştım. Bir gece önceki alkol vs. ve çölün kafası hala geçmemişti. Gün doğumunu en son ne izlediğimi düşündüğümde hatırlayamamak ise melankolimi körükledi desem yeridir. Son kez cadırlarımıza bakıp çöle ve yer yüzüne teşekkür ettikten sonra geri dönüş yolculuğu başlamıştı.
Kamptaki arkadaşlarımla kaynaşmanın verdiği bir enerjiyle şarkılar söyleyerek atlas dağlarını arşınlamaya başladık. Hedef belliydi, önce marakeşe ulaşmak oradan otobüs garına gidip Essaouira ya geçmek. Son otobüs 8 de olduğu için en geç 6 gibi şehirde olmayı istiyordum. Tam da öyle oldu. Sabah 8 de başlayan yolculuk akşam 6 da marakeşte son buldu. Doğru otobüs terminaline. Gar, hemen tren istasyonunun arka tarafında ve saat başı otobüs ile essaouira ya 3 saatte varabiliyorsunuz. 7 deki otobüse binip 9 da minik sahil kasabasına ulaşmayı başardım. Çok güzel bir riada yerlekştikten sonra çölün ve yolun yorgunluğu ile erkenden uyuya kaldım.
Bu arada odaya uyumaya çıkmadan önce lobide wi-fe bulmanın heyecanıyla biraz internette dolaşırken, bellboy olarak çalışan küçük çocuğun bilgisayarda birşeyler izlediğini fark ettim. O kadar ilgili ve dikkatli bakıyordu ki ne izlediğini merak etmekten kendimi alamadım. Yanına gidip iyi akşamlar derken bir yandan da bu kadar dikkatli ne izlediğini sordum. Youtube dan İspanyolca Nasıl Öğrenilir adlı bir video açmış. Fransızca ve ingilizcesi olduğunu ama ispanyolca öğrenmek için geceleri bilgisayar boşalınca kendi kendine çalıştığını söyledi. Azmine hayran kalmamak imkansız. 16 yaşından fazla olmayan bu küçük çocuğun öğrenme istegi ve seçtiği yolu sadece takdir ediyorum.
Essaouira (Suera olarak okunuyor) hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. Burada birçok sanatçıyla karşılaşabilirsiniz. Ressam, yazar, müzisyen... İlham almak ve üretmek için ideal bir atmosferi var. Zaten Bob Marley ve Jimi Hendriks in zamanında fazlasıyla uğradığı yerlerden biri olarak ün yapmış. Alış veriş için marakeşten daha ucuz. Harika deniz ürünlerini çok uygun fiyata yiyebiliyorsunuz. Dinlenmek ve marakeşin çılgın kalabalığından kaçmak için ideal bir yer.
6.Gün / 23 Eylül 2012
Okyanus kokusuyla bir sabaha uyanmak... fransız usulu kahvaltı ve ardında doğru kaleye... Sisler içinde ki balıkçı teknelerini izlemek, dalgaların kayalar ile olan kavgasını dinlemek...Bu kasabada sabah başka güzel. Sonra çarşıyı, sanat galerilerini gezebilirsiniz. Öğlen hemen limanın yanındaki balıkçılarda 3 kilo balığı mideye indirebilirsiniz ama öğleden sonra ve gün batımı için mutlaka plajda olun.
Sonu görünmeyen uzun kumsalda saatlerce yürüyün. Hatta gözlerinizi kapatığ öyle yürüyün... Sonra ıslanmak pahasına kumlara oturun. Dalgalar ayaklarınızı gıdıklasın... Sonsuz maviliğe dalın.
İsterseniz kendinizi dalgalara bırakıp yüzün, eğer biliyorsanız sörf tahtası kiralayıp sörf yapın...
Ama bu kumsalda günü batırmadan çarşıya dönmeyin.
7.Gün / 24 Eylül 2012
Casablanca ya dönmek için erken uyanılan bir sabah. Buradan Casablanca ya dönmenin en ideal yolu, önce otobüsle marakeşe gitmek oradanda trenle casa voyage da inip şehre karışmak. Ama işte türk aklı, sahil yolu direkt Kasablanka'ya çıkar, buradanda kesin otobüs vardır düşüncesiyle gara gidip otobüs bileti almayı kardan saydım. Verilmiş kötü bir karardı kabul ediyorum.
Bütün sahil boyunca sürekli durmasının yanı sıra, otobüsün 1950 li yıllara ait olması ve koltuklarının kırık olması yanında bonustu. 10 saate yakın süren normalde arabayla 4 saatlik mesafe, bütün fasın köylerini sahil kasabalarını ve yerli insanlarını görmeme neden oldu. Yol hikayeleri bitmez tabi... Hele de 10 saat sürüyorsa... Ama siz beni dinleyin fazladan bu maceraya gerek yok deyip Kazablankaya trenle gidin. Bu yolculuk beni o kadar yormuş ki daha fazla hakkında yazmak bile istemedim.
Kazablankaya vardığımızda yine el yordamıyla bir otel ayarlayıp valizlerden kurtulur kurtulmaz, sokaklardan dolanmaca başladı. Fasın yeni kuşağından bir gence, Kazablancanın hareketli bir caddesi olup olmadığını sordum... Aslında bizim İstiklal Caddesi tadında bir yer arıyordum. Yemek yemek biraz içki içmek ve belki canlı müzik. Bu soruyu sorduğum kızın adı "meryem" di. Üniversitede ingilizce öğretmenliği okuyor ve türk dizilerini deli gibi izliyordu. Bulunduğumuz yerde öyle bir cadde olmadığını ama dolmuşla 10 dakikalık mesafede çok güzel biryeden bahsetti. Hatta oraya gittiğini ve benide götürebileceğini...
Haydi bakalım dedim içimden, yine birinin peşine takılmış gidiyordum. Ben İstiklal gibi bir yer beklerken biz Bebek sahili gibi bir yere geldik. Burası kazablancanın bağdat caddesi gibi bir yerdi. Lüks arabalar, uluslararası fastfoodlar... Okyanusa kıyısı olan Villalar... En güzel tarafıda Meryem her yeri gezdirip, geceyi bizimle geçirdi... Benim bir kadeh alkol içme damarıma çözüm bulmak için bin tane yere girip çıktık. İlginç olan şu ki, pub lar cluplar vs... saat 22:00 dan önce alkol satmıyorlar, yasalar gereği...
O yüzden kahve, yemek vs ile oyalandıktan sonra en son bir pub bozması bir yerde bira içebileceğimizi söylediler... Saat 21:30 suları.. Görüntü itibari ile cadde deki "benzin" cafe ye benzeyen bu yer aslında bir pavyon çıktı... Faslı ortayaşı geçkin adamların kucaklarında ki hatunları izlerken "casablanca" birasını yudumlamak epey ilginçti...
İşte plansız olmanın en güzel tarafıda bu oluyor. Asla beklemediğiniz şeyler sizi buluyor.
Neyse biraz daha dolanıp otele dönmek ve sabah erkenden Hassan II Camini ziyaret etmek üzere hazırlık yapmak gerekti.
8.Gün / 25 Eylül 2012
İşte muhteşem cami... Hasan II... Mutlaka görün. Başka birşey demiyorum.
Son alış verişleri yaptıktan sonra hava limanına doğru yola çıkmak için taksiye binmek zorundaydım. Çünkü trenle gidecek zaman kalmamıştı. Ama normalde havalimanın içine kadar giden tren hattını Casa Voyage İstasyonuna giderek kullanabilirsiniz. İyi ki de vaktim kalmamış... Günün süprizi olan "Limuzin" ile asla keşismezdi yolum.
Havalimanına limuzin ile olan keyifli bir yolculuk ile Fas'ı bitirmiştim...
Şimdi eğer yola çıkacaksanız ve fas hakkında bilgi topluyorsanız;
Yokluğunda söz verdiğim gibi seyir defterini aynen düzenli bir şekilde tutuyorum. Fas yolculuğu TK nın Kasablanka'ya olan direkt uçuşuyla başladı. Ne bir rezervasyon ne de bir ön hazırlık yok her zamanki gibi. Sadece elimde Marakeş için rehber niteliği taşıyan bir kitapçık ve içinden çıkan harita var. Ama böylesi daha iyi galiba ne de olsa bu benim maceram ve keşfetmek için ön yargılardan sıyrılmış bir şekilde iç sesimle yolumu bulacağım.
1. Gün /18 Eylül 2012
Casablanca, Muhammed V havalimanı saat tahmini 2 civarları... Alt kattaki tren istasyonuna gidip marakeş için tren bileti alıyorum. Birinci sınıfı tercih etmek önemli. Hem ucuz hem daha konforlu bir yolculuk yapabiliyorsunuz. Fakat öğreniyorum ki direkt o istasyondan marakeşe giden tren yok. Bunun için önce Casa Voyage a gidiyorum. ( 3 durak sonra). Ardından tam 2 saat sonra Marakeş treni geliyor. ( ilk vagon first class) Saat 04:48 de başlayan tren yolculuğu tam 3 saat sonra bitiyor. Bu arada Hindistanda yaptığım korkunç tren yolculuğundan sonra fobimi yenmek için iyi bir deneyim oldu bana. Çünkü tren temiz böceksiz ve kokmuyordu. Hatta keyifli olduğunu bile söyleyebilirim. Marakeş son durak. Muazzam bir garda indim. Bir dolu taksici bana doğru koşmaya başladı. Bu ülkede taksiciler korsanlar gibi. Hangi turistim yağmalasam diye bakınıyorlar. Fakat sıkı pazarlık yaparsanız çok ucuza her yere taksiyle gidebilirsiniz. Gardan gideceğim yer "Jeema El-Fina" Meydanıydı. Fenalıklar meydanı olarak dilimize çevirebilirim. İlk taksici 50 dirhem istedi. Sadece 3 km için. 20 Dirhemden fazla ödemeyeceğimi söyleyince uzaklaştı yanımdan. Aramızdaki konuşmayı duyan diğer taksici 20 dirheme götürebileceğini söyledi. Valizleri kaptığı gibi araca doğru yol aldık. Tipik nereden geliyorsun sorularına Türkiye denildiğinde ekstra bir sıcaklık görüyordsunuz. Hemen İbrahim Tatlıses şarkılarını ve türk dizilerini sıralamaya başlıyorlar. Onlar bana Türkiye hakkında bildiklerini anlatırken benim kafamda geceyi nerede geçireceğim dönüp dolaşıyordu. Aslında kafamda meydana gidip oralarda dolanıp beğendiğim bir yerde kalmak vardı. Ama bir yandan da yolculuğun beni yorduğu gerçeği ile hemen bir yere başımı sokup valizimden kurtulmak istiyordum. Şöföre meydana yakın, ucuz, temiz ve sıcak suyu olan bir riad aradığımı önerisi olup olmadığını sordum. Ama bakacağımı beğenmezsem tutmama ihtimalim olduğunuda söyledim. Tamam dedi. Beni ilk götürdüğü otele rezervasyonu yaptırdım. Herkes halinden mutlu bir şekilde ayrıldı. Duş operasyonu ve üst baş değişiminden sonra kendimi meydanda buldum. Bu meydan yılanların dans ettiği, maymunların öpücük dağıttığı, berberlerin avaz avaz şarkı söylediği "Jeema El-Fina" Meydanı. Tabii en önemli özelliği gece kurulan yemek standları. Bu standlarda yemek yemek ve taze sıkılan protakal sularından içmek farz. Ha birde salyangoz çorbası vardı ama ben denemeye cesaret edemedim. İlk gece etrafı seyretmek, yemek ve marakeşin atmosferine alışarak geçti. Erken sayılabilecek bir saatte derin bir uykuya dalmak ise kaçınılmazdı.
Fasta ilk gün için notlar;
- Havalimanında fazla para bozdurmayın.
- ATM lerden para çekebiliyorsunuz.
- Nane çayını (Mind Tea) denemeden uyumayın.
- Pasaport Kontrolüne girmeden formları doldurun.
- Birinci sınıf casa-marakeş arası tren bileti 140 Dirhem.
- TL Bazında fiyatları bulmak için 4'e bölün her rakamı. Yani 10 dirhem 2,5 TL.
- Marakeş Gar-Jeema El-Fina arası taksiye 20 Dirhemden fazla ödemeyin.
- Yardımcı olmak isteyen herkes bahşiş niteliğinde para isterse şaşırmayın, bozukluklar cebinizde olsun.
2. Gün /19 Eylül 2012
Sabah 8 de bütün uykumu almış olarak uyanmak süperdi. 3 saat farkı vücudum henüz algılamamış olacak ki 11 e kadar gibi uyumuş gibi uyandım. İyi bir kahvaltı ve sonrasında marakeşin sokaklarında kaybolmak. Elimde bir harita ve ziyaret edeceğim yerler için küçük planlarım vardı ama çokta şart değil diye baktığım için benim için esas olan şehri yaşamaktı. Kahvaltı hayalim çok çabuk suya düştü. Çünkü fransız etkisini dibine kadar yaşadığınız bu ülkede sadece krep bal yada marmalet eşliğinde kahve geliyordu kahvaltı dediğinizde. Bir cafe bulup oturduğumda ise kuranı kerimi dinleyerek temizlik yapan garsonlar sadece ekspresso servisi yaptılar. Bu sırada işe giden ve yeni uyanan şehir önümden geçiyordu. Kahve beni biraz daha kendime getirdiğinde elimde haritayla yürümeye başladım. Birkaç kişiye yol sordum. O sırada yanımda beliren bir adam bana gerçek marakeşi görmek ister misin dedi. Evet dedim. Muhammed böylece 2 saatlik şehir turuma rehberlik yapmak üzere görevine başlamıştı. Burada turistlere yol gösteren doğal rehberler bir anda yanınızda bitebilir. Bence faydalanın. Çünkü şehrin labirent gibi sokaklarında onlar olmadan dolanmak biraz güç.
Haritaların işe yaramadığı yerlerden biri marakeş. Muhammedle birlikte gerçek marakeşi keşfetmek üzere yürümeye başladık. İngilizceside gayet iyiydi. Hiçbir eğitimi olmayan muhammed Fransızca, İspanyolca ve İngilizceyi ana dili gibi konuşabiliyordu. Aslında bu ülkede birçok kişi en az 3 dil konuşabiliyor. Atolyeler, eski yahudi mahallesi, okullar derken 2 saat içinde birçok yere girip çıktık. El işçiliğinin böylesine güçlü olduğu bir ülkede sanatın geri kalmışlığıda ayrıca düşündürüyor. Emin değilim ama eminim babadan oğula geçen bir sistemle yıllardır aynı atolyeden geçinen aileler vardır. Marangozlar, demirciler, dokumacılar, iplikçiler, çömlekçiler... Birçok atolye ve üretim yeri... Durmadan çalışıyorlar... Aslında benzeri atolyelere Türkiye'de de rastlıyoruz. Ama burada hepsinin bir arada olması özel... Bir sokak sırf ağaç oyma ve işlemeciliği... Ve sanatsal değeri olan görsellikte her biri.
İkinci gün hakkında notlar;
- Eski medina denilen marakeşin arka sokaklarında mutlaka kaybolun.
- El işçiliğindeki ustalıklarını görmek üzere atolyeleri gezin.
- Nasıl kumaş boyadıklarına bakın.
- Alışveriş yapmak istediğinizde dibine kadar pazarlık yapın, en son kabul etmeyip dükkandan çıkar gibi yapın sizin söylediğiniz rakama ineceklerdir.
- Tajin ve kuskus yiyin.
- Baharat dükkanlarından birinde oturup size bitkileri anlatmalarına izin verin. Özellikle çörek otunu inceltip koklayın. Bütün nefes yollarınız açılacaktır.
- Argan yağı alın.
- Şehrin gece hayatını yaşamak istiyorsanız clupların yerini öğrenin ben gitmedim ama gidenlerden gayet eğlenceli kulüplerin olduğu bir caddeden bahsettiler.
- Jeema El-Fina yı tepeden seyredebileceğiniz teraslı bir kafede akşam güneşi batırın.
- Bu geceyi bitirmeden bir sonraki günü planlayın, marakeşin içinden birçok tur firmasıyla çeşitli yerlere yolculuk yapabilirsiniz. Önerim önce atlas dağlarında trecking sonra çölde bir gece.
3.Gün / 20 Eylül 2012
Üçüncü gün benim için biraz karar verme günüydü. Çünkü son iki günümü "Fes" i ziyaret etme fikri ile "Essaouira" da dinlenmek arasında gidip geliyordum. Essaouira, marakeşe 2 saatlik mesafede bir sahil kasabası. Günü birlik gidip gelmek ve orayı görerek karar vermek en iyisiydi. Ama size önerim, üçüncü günü atlas dağlarında şelalere olan trekingle geçirmeniz. Ben keşfetmek üzere Essaouiraya gittim. Tabi ki kasabaya aşık oldum. Uçsuz bucaksız kumsal, balıkçı tekneleri, her türlü deniz böceği ve taze balık beni benden aldı. Ve yolculuğumun son iki gününü orada geçirmeye karar vererek marakeşe geri döndüm. Size orayı sonra anlatacağım. Ama yoldaki ağaç üzerinde tünekleyen keçiler ve argan yağının nasış yapıldığını görebileceğiniz fabrika ziyaretini ihmal etmeyin derim.
4. Gün / 21 Eylül 2012
Çöle doğru yola çıkma vakti. Fasta beni en çok etkileyen günlerden biriydi bu. Atlas dağlarına virajlı yollardan tırmanmak, her güzel manzarada durup fotoğraflar çekmek, doğanın oynadığı türlü oyunları izlemek. Mesala bir dağın tepesi kalp şeklindeydi. Ya da bir yerden sonra bulutlar sizden aşağıda kalıyordu. Sonra berberi köyleri ve hikayaleri. Birçok filme konu olan "gladyatör"ün de çekildiği alanlar... Doğunun mistizminin sizi içine aldığı görsellik... Yolculuk sırasında edindiğiniz dostlar... Gerçek fas yavaş yavaş damarlarıma işlemeye başlamıştı. İşte o an, büyülere de sihirede hatta herşeyin mucize olduğuna da inanmaya başladım. Dağlar tepeler aşdıkça ben de içimde ki engelleri aşmaya başladım. Ne geçmiş ne gelecek, sadece gökyüzü vardı.
Kampa ulaşmak için develer ve çölde gün batımını anlatacak kelimelerim yok benim. Evimde koltuğumda oturur gibi olması gerekirken çölde uzanmış yıldızlara bakarım belki de en sıradan gecelerimde artık. Küçücük kaldım, minnacık... Çöl büyüdü, gök yüzü büyüdü ben küçücük kaldım... Kum taneleri kadar küçüldüm, sonra da çöle karıştım.
Taki sabah gün ışıyana kadar...
Size geceki eğlencemiz, yolcukluk detayları ya da onu yapın şuna bakın demeyeceğim, kendi çölünüzde kendi hikayenizi yaşayın ve sakın anlatmayın...
Herkesin çölü önyargısız, beklentisiz ve kendi gibi geçmesine izin verin...
Bunları mutlaka yapın,
- Gece hava soğuduğunda elinizi kumların altına sokup, elinizi yakacak kadar sıcak kalan kumları ayaklarınıza dökün...
- Kumlara yatıp yıldızları izlerken çölün sesini dinleyin...
- Sabah deve sütüyle kahve için...
- Güneşin doğuşunu izlemek için erkenden kalkın...
5.Gün /22 Eylül 2012
Çölde muhteşem bir sabaha uyanıp güneşin doğuşunu izledikten sonra, deve sütüyle yapılmış kahveyle ayılmaya çalıştım. Bir gece önceki alkol vs. ve çölün kafası hala geçmemişti. Gün doğumunu en son ne izlediğimi düşündüğümde hatırlayamamak ise melankolimi körükledi desem yeridir. Son kez cadırlarımıza bakıp çöle ve yer yüzüne teşekkür ettikten sonra geri dönüş yolculuğu başlamıştı.
Kamptaki arkadaşlarımla kaynaşmanın verdiği bir enerjiyle şarkılar söyleyerek atlas dağlarını arşınlamaya başladık. Hedef belliydi, önce marakeşe ulaşmak oradan otobüs garına gidip Essaouira ya geçmek. Son otobüs 8 de olduğu için en geç 6 gibi şehirde olmayı istiyordum. Tam da öyle oldu. Sabah 8 de başlayan yolculuk akşam 6 da marakeşte son buldu. Doğru otobüs terminaline. Gar, hemen tren istasyonunun arka tarafında ve saat başı otobüs ile essaouira ya 3 saatte varabiliyorsunuz. 7 deki otobüse binip 9 da minik sahil kasabasına ulaşmayı başardım. Çok güzel bir riada yerlekştikten sonra çölün ve yolun yorgunluğu ile erkenden uyuya kaldım.
Bu arada odaya uyumaya çıkmadan önce lobide wi-fe bulmanın heyecanıyla biraz internette dolaşırken, bellboy olarak çalışan küçük çocuğun bilgisayarda birşeyler izlediğini fark ettim. O kadar ilgili ve dikkatli bakıyordu ki ne izlediğini merak etmekten kendimi alamadım. Yanına gidip iyi akşamlar derken bir yandan da bu kadar dikkatli ne izlediğini sordum. Youtube dan İspanyolca Nasıl Öğrenilir adlı bir video açmış. Fransızca ve ingilizcesi olduğunu ama ispanyolca öğrenmek için geceleri bilgisayar boşalınca kendi kendine çalıştığını söyledi. Azmine hayran kalmamak imkansız. 16 yaşından fazla olmayan bu küçük çocuğun öğrenme istegi ve seçtiği yolu sadece takdir ediyorum.
Essaouira (Suera olarak okunuyor) hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. Burada birçok sanatçıyla karşılaşabilirsiniz. Ressam, yazar, müzisyen... İlham almak ve üretmek için ideal bir atmosferi var. Zaten Bob Marley ve Jimi Hendriks in zamanında fazlasıyla uğradığı yerlerden biri olarak ün yapmış. Alış veriş için marakeşten daha ucuz. Harika deniz ürünlerini çok uygun fiyata yiyebiliyorsunuz. Dinlenmek ve marakeşin çılgın kalabalığından kaçmak için ideal bir yer.
6.Gün / 23 Eylül 2012
Okyanus kokusuyla bir sabaha uyanmak... fransız usulu kahvaltı ve ardında doğru kaleye... Sisler içinde ki balıkçı teknelerini izlemek, dalgaların kayalar ile olan kavgasını dinlemek...Bu kasabada sabah başka güzel. Sonra çarşıyı, sanat galerilerini gezebilirsiniz. Öğlen hemen limanın yanındaki balıkçılarda 3 kilo balığı mideye indirebilirsiniz ama öğleden sonra ve gün batımı için mutlaka plajda olun.
Sonu görünmeyen uzun kumsalda saatlerce yürüyün. Hatta gözlerinizi kapatığ öyle yürüyün... Sonra ıslanmak pahasına kumlara oturun. Dalgalar ayaklarınızı gıdıklasın... Sonsuz maviliğe dalın.
İsterseniz kendinizi dalgalara bırakıp yüzün, eğer biliyorsanız sörf tahtası kiralayıp sörf yapın...
Ama bu kumsalda günü batırmadan çarşıya dönmeyin.
7.Gün / 24 Eylül 2012
Casablanca ya dönmek için erken uyanılan bir sabah. Buradan Casablanca ya dönmenin en ideal yolu, önce otobüsle marakeşe gitmek oradanda trenle casa voyage da inip şehre karışmak. Ama işte türk aklı, sahil yolu direkt Kasablanka'ya çıkar, buradanda kesin otobüs vardır düşüncesiyle gara gidip otobüs bileti almayı kardan saydım. Verilmiş kötü bir karardı kabul ediyorum.
Bütün sahil boyunca sürekli durmasının yanı sıra, otobüsün 1950 li yıllara ait olması ve koltuklarının kırık olması yanında bonustu. 10 saate yakın süren normalde arabayla 4 saatlik mesafe, bütün fasın köylerini sahil kasabalarını ve yerli insanlarını görmeme neden oldu. Yol hikayeleri bitmez tabi... Hele de 10 saat sürüyorsa... Ama siz beni dinleyin fazladan bu maceraya gerek yok deyip Kazablankaya trenle gidin. Bu yolculuk beni o kadar yormuş ki daha fazla hakkında yazmak bile istemedim.
Kazablankaya vardığımızda yine el yordamıyla bir otel ayarlayıp valizlerden kurtulur kurtulmaz, sokaklardan dolanmaca başladı. Fasın yeni kuşağından bir gence, Kazablancanın hareketli bir caddesi olup olmadığını sordum... Aslında bizim İstiklal Caddesi tadında bir yer arıyordum. Yemek yemek biraz içki içmek ve belki canlı müzik. Bu soruyu sorduğum kızın adı "meryem" di. Üniversitede ingilizce öğretmenliği okuyor ve türk dizilerini deli gibi izliyordu. Bulunduğumuz yerde öyle bir cadde olmadığını ama dolmuşla 10 dakikalık mesafede çok güzel biryeden bahsetti. Hatta oraya gittiğini ve benide götürebileceğini...
Haydi bakalım dedim içimden, yine birinin peşine takılmış gidiyordum. Ben İstiklal gibi bir yer beklerken biz Bebek sahili gibi bir yere geldik. Burası kazablancanın bağdat caddesi gibi bir yerdi. Lüks arabalar, uluslararası fastfoodlar... Okyanusa kıyısı olan Villalar... En güzel tarafıda Meryem her yeri gezdirip, geceyi bizimle geçirdi... Benim bir kadeh alkol içme damarıma çözüm bulmak için bin tane yere girip çıktık. İlginç olan şu ki, pub lar cluplar vs... saat 22:00 dan önce alkol satmıyorlar, yasalar gereği...
O yüzden kahve, yemek vs ile oyalandıktan sonra en son bir pub bozması bir yerde bira içebileceğimizi söylediler... Saat 21:30 suları.. Görüntü itibari ile cadde deki "benzin" cafe ye benzeyen bu yer aslında bir pavyon çıktı... Faslı ortayaşı geçkin adamların kucaklarında ki hatunları izlerken "casablanca" birasını yudumlamak epey ilginçti...
İşte plansız olmanın en güzel tarafıda bu oluyor. Asla beklemediğiniz şeyler sizi buluyor.
Neyse biraz daha dolanıp otele dönmek ve sabah erkenden Hassan II Camini ziyaret etmek üzere hazırlık yapmak gerekti.
8.Gün / 25 Eylül 2012
İşte muhteşem cami... Hasan II... Mutlaka görün. Başka birşey demiyorum.
Son alış verişleri yaptıktan sonra hava limanına doğru yola çıkmak için taksiye binmek zorundaydım. Çünkü trenle gidecek zaman kalmamıştı. Ama normalde havalimanın içine kadar giden tren hattını Casa Voyage İstasyonuna giderek kullanabilirsiniz. İyi ki de vaktim kalmamış... Günün süprizi olan "Limuzin" ile asla keşismezdi yolum.
Havalimanına limuzin ile olan keyifli bir yolculuk ile Fas'ı bitirmiştim...
Şimdi eğer yola çıkacaksanız ve fas hakkında bilgi topluyorsanız;
- Fransızcanın yanı sıra ingilizce de konuşuyorlar, ürkmeyin...
- Bahsedildiği kadar ucuz bir ülke değil günlük bütçenizi dikkatli kullanın...
- Her yeri göreceğim diye koşturma içinde hırpalanmayın arada durup şehri yaşayın...
- Tren yolculuğunu tercih etmeye çalışın...
- Her seferinde farklı bir yerde yemek yemeğe çalışın ve farklı yerlerde çay için...
- Kralları hakkında kötü birşey söylemeyin, oldukça seviliyor, ters tepki alabilirsiniz... Ben faslı kız "meryem" e krallının yakışıklı olmadığını hatta şişman olduğunu söylediğimde oldukça ciddi bir tepki aldım, toparlamak kolay olmadı :)
- Fazla kıyafet almayın, rahat yürüyebileceğiniz bir ayakkabı seçin, çöle gidecekseniz bir swetshirt akşam ayazı için gerekebilir...
- Sigara kullanıyorsanız dutyfreeden yanınıza karton alın, ülkede sigara var ama her yerde bulmak kolay değil..
- Ve herşeyden önemlisi yaşadığınız anın sadece o ana ait olduğunu unutmayın... Ne arkanızda bıraktıklarınıza ne de döndüğünüzde sizi bekleyecek olan şeylere kafa yormayın...
- İyi yolculuklar...
- Ekstra sormak istedikleriniz için burcakuzen@hotmail.com a mail atabilirsiniz.